⚡ Oğuz Atay Kimdir Edebi Kişiliği

OĞUZ ATAY KİMDİR? OĞUZ ATAY HAYATI Ülkemizde çok okunan ve sevilen büyük yazarlarımızdan Oğuz Atay, 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu'da doğdu. Edebiyatımızda postmodernizmin önemli temsilcilerinden sayılan Oğuz Atay, roman, hikaye ve oyun gibi pek çok türde eser verdi. 1970'li yıllarda yeterince okura ulaşamayan ve anlaşılamayan Atay, eserlerinde "tutunamayan", yabancı ve yalnız bireylerin öykülerini konu edindi. Tutunamayanlar'dan Tehlikeli Oyunlar'a; Korkuyu Beklerken Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyler. Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Sonuncu evrede yoğun Türk Yazar Oğuz Atay edebi kişiliği, hayat hikayesi ve eserleri merak ediliyor. Kitap severler arama motorlarında Oğuz Atay hakkında bilgi edinmeye çalışıyor. Oğuz Atay hayatını, kitaplarını, sözlerini ve alıntılarını sizler için hazırladık. İşte Oğuz Atay hayatı, eserleri, sözleri ve alıntıları Son dakika haberi: 2021 Nobel Edebiyat Ödülü Abdulrazak Gurnah'a verildi. Haberler. 07 Ekim 2021 - 14:07. Usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca kimdir, nerelidir? İşte edebi kişiliği. Türk Romanve hikâye yazarı (D. 12 Ekim 1934, İnebolu / Kastamonu - Ö. 13 Aralık 1977, İstanbul). Babası hukukçu, bir süre CHP milletvekilliği yapmış olan Mehmet Cemil Atay, annesi Fransız bir anne ve Türk babadan doğma Muazzez Zeki Hanım’dır. 1939’da, babasının milletvekili seçilmesi üzerine ailesiyle Ankara’ya geldi. OĞUZ ATAY KİMDİR? Oğuz Atay 12 Ekim 1934’te İnebolu Kastamonu’da doğdu. Babası, VI., VII dönem Sinop, VIII. Dönem Kastamonu Milletvekilliği yapan Cemil Atay'dır. 1951′de bugünkü adı Ankara Koleji olan Ankara Maarif Koleji‘ni, 1957′de de İTÜ İnşaat Fakültesi'ni bitirdi. 91RRMN. Üstkurmaca adı verilen kurgu türünü kullanan ilk yazarlardan biri olarak kabul edilen Oğuz Atay'ın bugün doğum günü... 12 Ekim 1934'te doğan usta yazarı Google unutmadı ve doodle yaptı. Peki, Oğuz Atay kimdir, kaç yılında doğdu? Ne zaman öldü?OĞUZ ATAY KİMDİR?Ülkemizde çok okunan ve sevilen büyük yazarlarımızdan Oğuz Atay, 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu’da doğdu. Babası hukukçu, bir süre CHP milletvekilliği yapmış olan Mehmet Cemil Atay, annesi Fransız bir anne ve Türk babadan doğma Muazzez Zeki Hanım’dır. 1939’da, babasının milletvekili seçilmesi üzerine ailesiyle Ankara’ya geldi. İlköğrenimine Ankara’da Devrim İlkokulunda başladı. TED Ankara Kolejinden 1951 mezun olduğu yıl devlet olgunluk sınavını kazandı. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi 1957 mezunu. Anayol Mühendislik Şirketinde altı ay mühendis olarak çalıştı. Bu yıllarda Beyoğlu’ndaki Baylan Pastanesine sık sık giderdi. Ferit Edgü, Demir Özlü, Hilmi Yavuz ve Onat Kutlar gibi isimlerle arkadaşlık etti. 1957 Aralık ayında yedeksubay olarak askere gitti. Askerliğin ilk altı ayını İstanbul’da, kalanını Ankara’da geçirdi. Ankara’da geçen bu zamanda Pazar Postası dergisi çevresinde toplanan gençlerle arkadaşlık etti. Ece Ayhan’ın, Korkut Boratav’ın evindeki toplantılara katıldı. Cevat Çapan ve Vüs’at O. Bener ile sıkça birlikte oldu. Mayıs 1959’da askerlik bitince İstanbul’a yıllarında İstanbul’da Denizcilik Bankası İstanbul Şehir Hatları İşletmesinde çalıştı. 1961’de modacı terzi Fikriye Fatma Gürbüz ile evlendi. Bu evlilikten 1962’de Özge adlı bir kızı oldu. 1962’de bir arkadaşı ile bir inşaat şirketi kurdu. Bir yandan da 1960 yılında girmiş olduğu İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümündeki öğretim üyeliğini sürdürdü. Burada topografya ve yol inşaatı dersleri okuttu. 1967’de boşandı. Aynı yıl şirketinin faaliyetini durdurdu. Evliliği bitince birkaç ay babasıyla yaşadı, ardından Beyoğlu civarında bir yere taşındı. Aynı dönemde son on yılında kendisine kader arkadaşlığı yapan Sevin Seydi yaşamına girdi. Meydan Larousse lugat ve ansiklopedisinde redaksiyon ve son okuma işlerini yürüttü 1971-73. 1973 yılında Hürriyet gazetesi için yayımlanan Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi için madde yazarlığı yaptı. 1974’te sanat muhabiri Pakize Kutlu ile evlendi. Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyler. Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Sonuncu evrede yoğun bir karamsarlık olarak gözlenen ciddi bunalımlar yaşadı. 1975’te doçent oldu. 1976’da hastalandı. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra’da tedavi gördü. Bu hastalıktan kurtulamayarak, İstanbul’da öldü. Edirnekapı Şehitliği’ne, annesinin yanına Pazar Postası 1959’da İstanbul’a taşınınca bu dergide imzasız yazılar yazdı, derginin redaksiyon ve tashih işlerini yaptı, 1959 yılında sadece imzalı üç yazısı 12 Temmuz, 19 Temmuz ve 9 Ağustos yayımlandı. Makale ve söyleşileri çeşitli dergilerde yer aldı. 1960 sonrası toplumsal değişim ve aydınların tutumuna eleştiriler getirdiği Tutunamayanlar adlı romanının yayımlanmasından önce TRT’nin 1970 Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülünü kazanmasıyla tanındı. En etkilendiği yazar, Dostoyevski oldu. Edebî kişiliği ve eserleri ölümünden sonra aydın konulu tartışmaların başlıca kaynakları arasında yer aldı. Çok yönlü bir aydın ve modernist bir ya­zar olarak Doğu ve Batı uy­garlıkları arasında sıkışıp kalmış, bir kültürel bunalım ve kimlik arayışı içindeki Cumhuriyet dönemi aydınının ruhsal ve düşünsel sorunlarıyla yayımlanmasının ardından 1930’lardan 1960 sonrasına uzanan dönemde; topluma ilişkin gözlemleri, aydınların yaşamına, toplumsal kurumlara yönelen eleştirileri yüzünden önemli bir tartışmanın merkezini oluşturdu. Öncü bir roman niteliği taşıyan Tutunamayanlar, 1950’li yılların köy romanlarından da, 1960’ların toplumsal kaygıları yoğunlukla öne çıkaran romanlarından farklılaştı. Yazar, bireyi ve bireyin iç dünyasını, iç konuş­ma, diyalog, psikanaliz, hiciv, taklit, parodi, pastiş, yabancılaştırma tekniği olarak alay gibi çeşitli post-modern teknikleri kullanmak suretiyle, romanın merkezine koydu. Metinlerarası ilişkiler bağlamında zengin çağrışımlar yüklü bu romanın ana renklerinden biri ironidir. Yazar, ilgisini özellikle kendileriyle sürekli bir iç hesaplaşma yaşayan bireye yöneltti. Bu süreçte en önemli araçlarından biri “oyun” kavramı oldu. Aynı kavram etrafında örülen ve Tutunamayanlar’ın esintilerini taşıyan Tehlikeli Oyunlar adlı romanında çevresinden kopan aydınların yaşam çıkmazlarını işlemeyi sürdürdü. Bu romanla ilgili amacı “herkesin saldırdığı ve saldırmakta haklı olduğu bir adamla”, “herkesin hor gördüğü bir kadının” macerasını yazmaktı. Bu roman da tıpkı Tutunamayanlar gibi bir iç serüvendir ve Yıldız Ecevit’in ifadesiyle “Bir oluşum romanı; bir Bildungsromandır”; böylece o, adı Hikmet olan erkek karakterini bir ruh çözümlemesine tabi tutarak hepsiyle yüzleşti. Bu kitapta Hikmet gerçekle hayal dünyasının bağdaşmazlığı karşısında yaşamdan vazgeçti. Her iki romanında çeşitli katmanlara bölerek elde ettiği roman dokusunu belirsiz bir senteze kavuşturmayı Bilim Adamının Romanı’nda genç yaşta ölen bilim adamı Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayat hikâyesini kendi tutunamayan perspektifine uydurarak anlattı. Ayrıca Batı uygarlıkları­nı özümsemiş, matematikten edebiyata kadar hemen hemen her alanla ilgili aydın bilim adamı yetiştirmenin önemi de bu romanın alt konularından biri Yaşayanlar adlı oyunu, ölümünden sonra 1979-80 döneminde Devlet Tiyatrolarında daha çok da amatör toplulukların sahnelerinde oynandı. Romanlarında olduğu gibi bu oyunu yazarken de yeni teknikler denedi. Bu oyun, bir yandan sanatla oyunu buluşturan postmodern izlerle, bir yandan da daha evrensel ve klasik denebilecek toplumsal sorunlarla Ruhu adlı, Türk toplumunun kültürel kimlik sorununu ve birey-toplum-devlet ilişkilerini irdelemek istediği tasarısını yazmaya ömrü Beklerken, bazıları korku, güvensizlik, umutsuzluk, yalnızlık, dehşet, suç vb. kavramları kasteden Kafkaesk deyimiyle nitelenebilen öğelerle örülmüş öykülerden oluşur. Yabancılaşma, bu öykülerin kahramanlarının hepsinde gözlenebilir. Ayrıca öykülerde toplumsal baskı karşısında bunalan çağ­daş insanın özgürlük arayışı da yer aldı. Örneğin “Beyaz Mantolu Adam” öyküsünde, bireyin toplum tarafından bir kukla haline getirildiği, bireyin buna isyanı Ecevit, 2014 yılında yayımlanan ve İletişim Yayınları tarafından basılan “Ben Buradayım” adlı eseriyle Oğuz Atay’ın hayatını VE ESERLERİTutunamayanlarKorkuyu BeklerkenBir Bilim Adamının Romanı Tehlikeli OyunlarOyunlarla Yaşayanlar Günlük EylembilimOĞUZ ATAY SÖZLERİYalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?Zaten senin hiçin’ fesat…Koca bir ömrü harcamak dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben. değil Olric! Ne efendimiz. Elleri Olric sırlarını bakmasını bilene sadece bir hayal ürünüsün Olric. Siz gerçeksiniz de ne oluyor birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur…İki kadına adamak istiyorum hayatımı. Biri “erkeğim” desin bana, diğeri sadece göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim çok sevdiği halde neden her defasında terkedilir. Ve beklenenler, neden hep vazgeçildikten sonra bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler zoruma gidiyor biliyor musun Olric? O’na yazdıklarımı o’ndan başka herkes musun Olric. Artık yalnızlığı bile çok seviyorum, sırf onun eseri diye… mi dersin Olric. Gelmez, gelemez efendimiz. Neden Olric. Yüreği o kadar büyük sevemez de ondan kaç kez ıskalayacağız hayatı Olric. Oklarımız bitene kadar yalnızlıktan şikayetçidir ki insan. Ne yani, mutlu olması için bir sevgiliye mi muhtaçtır her musun Olric, benim birçok dostum var. Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç kimseyi anlamıyorum. İnsanların arasına karışıp onlara uyduğum için de kendimden nefret ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda evladım’ diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da seviyorum ve yalnız seni görüyorum. Seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum. Sözün gelişi değil bu; ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum…İnsanlar bozuk para gibidir. İki seçenek vardır; yazı ya da tura. Bir yüzünü gösterirken bize diğer yüzünü zaman çekişmek nasıl bir şey bilir misin Olric? Hayır efendimiz, nasıl bir şey . Ona söyleyebileceğin o kadar şey varken susmaktır yerde söz biter. İki kişi karşılıklı kendini tekrarlamaya başlar. Yeni başlayan ilişkiler bile eskir böylece. Hemen kaçacaksın ki aklın orada çekilerken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu dostum ben en acıklı anlarımda bile güldürücü sözler bulan bir insanım, kendime acımam yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazılmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla gelecek planlarımı hayattan gizli yapıyorum. Sanki hayat, işini gücünü bırakıp planlarımı bozmak için her şeyi bir şans daha verme, sevgine layık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz seviyorsa kaybetmekten korkar. Kıskançlık da bir kaybetme korkusudur. Kıskanmıyorsa eğer; yeterince bırak artık diyordun ya bana, ben de bırakmıyordum. Çünkü senin, benim için üzülüyor olmana içten içe koyulurken, “Bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye anne’ denir. Ve o her şeye bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti. bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde, kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler dindirdi acıyı ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumuş olmayı isterdim dedi. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek; seni tanıdığıma çok sevindim kendi nedir bilir misin Olric? Nedir efendimiz? Ağaçları kesip onlardan kâğıt yapan sonra da o kâğıtlara “ağaçları koruyunuz” silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını yükseğe çıkamam; bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam; bende alçaklık’ korkusu ölmek nefessiz kalmaktır; ne de yaşamak nefes almaktır. Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını tehlikeli kelime ama’dır. Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, seni seviyorum ama gibi…Bize öğretilen her söze inandık, yasaktır dendi kandık, hep girilmez levhalarına aldandık, bu tutulan yol yanlıştır bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı beyaz gömleklerini ve açık renk pantolonlarını kirletmeden çıkarlar. Böyle adamlar hayatta başarıya bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme yaralar efendim? Tutunurken öyle oldu Olric. Ya yüreğindeki yaralar efendim? Tutulurken öyle oldu Olric! Peki ya gözlerindeki suskunluk; ne efendim. Hiç dokunma. Sus senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının Tarzan’ı! Yemeye geldim seni. Benden kurtulamazsın. Ben, senin vicdan azabınım!Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…Beni anlamalısın çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, ne de yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil son defa acıyı biriktirmeyi seversin Olric. Sen biriktirmeyi seversin. Hadi devam et şimdi, kuru yaprakları. Deniz taşlarını. Gözyaşını. Sorulamamış soruları. Senden kalan sesleri. Yaşanamamış paylaşılmışlıkları. Birlikte harcamak üzere kalbinde biriktirilmiş zamanları ve hüznü. Ve özlemi al yalnızlığımı ört üzerine Olric. Belki o vakit bırakıp her şeyi. Gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden…İlk çekingenlikler ne kadar tatlıdır. Oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır. Bütün gücüyle büyüyü bozmak, buzları kırmak için düzmece oyun sona ermeli. Kendi benliğimizi bulmalıyız. Yol verip yakarmaktan vazgeçmeliyiz. Rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız, gerçekleri rüya yapmalıyız. Çelişiksiz dikensiz ve düzgün rüyalarımızı yaşamalıyız. Sözümüzün eri olmalıyız kırılacak kafaları kırmalıyız. Bize acınmadığı için başkaları anlamaz sevgi. Başkalarının aklı başkadır. Bu yüzden ikimizi hep garip bakışlarla süzmüşlerdir. Şimdi beni de garip, bakışlarla süzenler var. Ben onlara aldırmıyorum. İnsanların beni beğenip beğenmemeleri umurumda değil artık. Ben kendimi tanımakla ilgiliyim. Sağlığında hak ettiği ilgi ve şöhreti bulamamış, ama “Tutunamayanlar” ile bugünü yakalamış fikriyle geleceği çok önceden görmüş yazar, Oğuz Atay’ın hayat hikâyesidir. Ve bugün yeniden 13 Aralık...*En son ölüm yıl dönümünü anmak için yazmışım seni, ne iyi. Belki de senin yaşamın için ölümünden sonra doğmak diye bir şey var aslında. Ama yine de sen bugün 84 yaşına bastın; 84 yıldır aslında bu dünyada Oğuz Atay olsun...*Bugün 13 Aralık 2017. Yıllar önce bugün Oğuz Atay hayata gözlerini kapadı. Gün dönmeden anmalıyım...Aslında çok naif, fazlasıyla romantik ve sanat ruhlu bir kişilikti. İlk engeli babasıydı. İkincisi de hayatı yaşarken tercih ettiği yollar oldu sanırım. Yaşarken hak ettiği şöhrete maalesef kavuşamadı. Oysa bugün adını bilmeyenimiz yok. Çünkü “Tutunamayanlar” raflardan hiç eksilmiyor. Çünkü Olric’in her bir cümlesi dillere pelesenk. Çünkü o artık popüler kültürdeki yerini yandan da her şeyin bir zamanı var ve ondan önce hiçbir şey gün yüzüne çıkmıyor Oğuz Atay, ruhun şad olsun…ÇocukluğuOğuz, 12 Ekim 1934’te Kastamonu’nun İnebolu ilçesinde, Muazzez Hanım ve Cemil Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Babası, 11 yıl CHP’de milletvekilliği yapmış, ama kendine ait bir evi dahi olmamış Ağır Ceza Yargıcıydı. Annesi ise İlkokul Öğretmeni idi; Oğuz’un da öğretmenliğini 5 yaşındayken ailesi Ankara’ya taşındı. Bir de kız kardeşi vardı. Zaten içine kapanık olan Oğuz, kardeşinin doğumundan sonra çocuk bedenini kemiren kıskançlık duygusuyla da tanışmıştı. Doğduğu günden beri kardeşi Okşan’a “Bohça” adını taktı. Onun bir gün evden gideceğini düşünüyordu. Ama o bohça bir türlü evden gitmek bilmiyordu işte. Sonunda isyanını “Alın bu bohçayı buradan, götürün artık. Hâlâ niye burada duruyor?” diye çıkışarak dile getirdi. Küçücük bir çocuğun anne babasını eve yeni girmiş bir başka çocuktan kıskanmaktı onunki. Ailesi de her aile gibi bu duruma gülüp geçmedi. Annesi okula başladığında artık Oğuz’un sadece annesi değil, öğretmeniydi de. Sınıfta “Kardeşini sevmeyen var mı?” sorusuna, oğlunun parmak kaldırışını seyredip onu anlayacak kadar yakındı oğluna. Çünkü Oğuz, dürüst ve duygularının farkında bir çocuk olarak büyüyordu. Cemil Bey bu konularda ketum olmayı tercih ederken, Muazzez Hanım, oğlunun duygusal ve kültürel alt yapısını inşa ediyordu. Oğuz, ileride her duyguyu keskin cümleleriyle anlatabilecek kadar iyi bir yazar çocukluğu boyunca sessizdi; ama çok da zekiydi. Zekâsını en iyi sokakta gördüğü ne varsa karikatürize ederek anlatışıyla seriyordu gözler önüne. Oğuz, ince espri anlayışıyla gençlik yıllarına kadar karikatürler hayatıOğuz, eğitim hayatını Ankara’da sürdürdü. İlköğretimi tamamladıktan sonra Ankara Maarif Koleji’ne girdi. Tüm okul hayatı boyunca başarılı bir öğrenci olmuştu. Çünkü en iyi dostu kitaplardı; sessiz dünyasına onlardan başka kimseyi almayı tercih etmemişti. Liseden yüksek bir ortalama ile mezun oldu ve Shakespeare’in “Hırçın Kız” oyununda buram buram sanat yanan, sanat kokan bir gençti. Eşref Ün ve Turgut Zaim’den resim dersleri de almıştı. Ama babası için bunlar tam anlamıyla “lafügüzaf” idi. Çünkü Cemil Bey güzel sanatların karın doyurmayacağı kanaatindeydi. Bu durum için Eşref Üren’in Oğuz’a kurduğu tek cümle, “Babana söyle sana köşe başında, işlek bir yerde bakkal dükkânı açsın o zaman. İyi para kazanırsın”.Tüm bu olanlar babası ve Oğuz arasında bir çatışmanın çatırdamalarını oluşturmuştu. Artık Oğuz çocuk değildi; ama babasına pek karşı gelecek güçte de değildi. İçinde koca bir isyan, buna tezat lâl olmuş bir dil…O gün belki konuşamadı, hayat çizgisini babasından yana çizdi; ama yıllar sonra “Babama Mektup”ta konuştu. Ancak o zaman bile cümlelerinde çekingendi. Annesinin oğlu olduğunu şöyle anlatıyordu “Çünkü ben babacığım, biraz da duygularımın romantik bölümünü, sen kızacaksın ama annemden tevarüs ettim”.Yine de hakkında kararını vermişti. Kendisinin vermiş olduğu gibi görünen bu karar babasının gölgesinden izler taşıyordu. Babası tarafından “gerçek bir meslek” olarak kabul görecek bir meslek edinmeliydi. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’nde üniversite eğitimine burada da devam etti. Amfide tercihi hep arka sıralardan yana oldu. Çünkü derslere karşı hiçbir ilgi besleyemiyordu. Öyle çok renkli ve heyecanlı bir öğrencilik dönemi olmadı yani. İki renkten ibaretti Biri sessizliği, diğeri de arkadaşı Turhan Tükel sayesinde tanıştığı Marksizm. Bu yeni tattığı ikinci renk, ona yeni kitaplar hayatıOğuz, 1957’de üniversiteden mezun oldu ve hemen ardından, askere gitti 1957 – 1959. Burada, edebiyata olan düşkünlüğü sayesinde Cevat Çapan ve Vüsat O. Bener ile de çalışma hayatı Kadıköy Vapur İskelesi yapımında Tamir ve Kontrol Elemanı olarak başladı. Bir süre sonra görevinden istifa etti ve şimdinin Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümü’nde Öğretim Üyesi oldu. 1975’te de doçentliğini birçok gazete ve dergide makaleleri yayımlanıyordu. Bunun üzerine bir de “Topoğrafya” adını verdiği mesleki bir kitap bu üniversitede eğitmenlik macerası boyunca yazmak – çizmek işlerine de devam etti. Adres tabii ki askerde kurduğu dostluklar sayesinde “Pazar Postası”ydı. Dergi artık İstanbul’daydı ve gün gelip kapanana kadar Oğuz’un yazıları ve çevirileri imzasız yayımlandı. Belki dergide bir adı yoktu; ama "Turgut Uyar, Cemal Süreya, Ece Ayhan, İlhan Berk, Attila İlhan" gibi birçok isimle arkadaş Atay evlendiOğuz Atay ve Fikriye Fatma Gürbüz, 2 Haziran 1961’de ile evlendi. 6 yıl sürecek bu evlilikten Özge adını verdikleri bir kızları zor zamanlardan sonra “Tutunamayanlar”Arkadaşı Uğur Ünel ile bir şirket kurmuşlardı, o battı. Evliliği bozuldu. Bu süreçte Ünel’in eski eşi Sevin Seydi ile duygusal ve entelektüel açıdan birbirlerini besledikleri bir ilişki başladı aralarında. Zor zamanlardı…1960’larda yazmak işini hâlâ hobi olarak yapıyordu; ama zamanı gelmişti. Oğuz, artık bir roman yazmalıydı ve bu ilk romanını Sevin’e ithaf etmeliydi; hep ve çok sevdiği kadına. 1968’de, “Tutunamayanlar”ı yazmaya diğer ithaf ettiği kişi de intihar eden, çok sevdiği arkadaşı Ural’dı. “Selim Işık” karakteri Ural’ın ta kendisiydi. Selim, neyin peşinden gitse, neye tutunmaya çalışsa onun ne kadar anlamsız olduğunu fark eden, şu modern hayatın içindeki en yalnız insandı. Arkadaşı "Turgut Özben" ise, görünüşe göre kafayı sıyırmış, kafasının içindeki sesle, "Olric"le konuşuyordu. Her şey, şu hayattaki her şey, pamuk ipliğine bağlıydı. Yazılarında çevresindeki herkes ilham kaynağıydı. Hatta karakterlerin her birinde bir parça Oğuz bitirdiğinde ilk kez Vüs’at O. Bener’e okuttu. Ona o kadar güveniyordu ki, tavsiyesiyle romanından bir bölüm çıkardı. Bu bölüm daha sonra kim bilir nerede, nasıl karşımıza çıkacaktı…Maalesef Ural hayatına kendi isteğiyle son vermişti. Sevin ise Oğuz’un jestine karşılık minnetini gösterebilirdi; ilk kitabın kapağını konusu TutunamayanlarTutunamayanlar 1972’de yayınlandı ve hemen önemli bir tartışmanın odak noktası hâline geldi. Eleştirmen Berna Moran, kitabı “Hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” şeklinde nitelendirmişti. Ona göre Tutunamayanlar’ın edebi yetkinliği Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirmişti. Elbette tersini düşünenler de söz her ne olursa olsun, Türk Edebiyatı için önemli bir eser olduğu gerçeği değişmiyordu. Tutunamayanlar, “TRT Roman Ödülü”nü kazandı. Bu, dünya gözüyle göreceği tek ödül Atay ikinci kez evlendiPakize Kutlu, Oğuz Atay ile romanı hakkında Yeni Ortam Dergisi için bir röportaj yaptı ve 30 Eylül 1972’de yerde, “Selim öldü. Selimlik de ölmüştür. Başarının insanı sevimsizleştirdiğini yazmıştım bir yerde; fakat tutunamayanlığın sevimliliğine de kimsenin yanaşmadığını görüyorum. Neden yanaşsınlar? Bir arkadaşımın dediğine göre, ben romanda herkesi bir bakıma tutunamayanlığa çağırıyormuşum. Henüz bir karşılık alamadım” dedi Oğuz Pakize’ an bilmiyorlardı; ama ikisi de birbirine tutunacak, çok değil 2 yıl sonra ile etkileyici bir başlangıç yapmıştı Oğuz. Bu aslında bir yandan da kendine olan güvenini kazanması, babasının onda yarattığı etkinin bir nebze olsun kırılması adına özellikle etkileyici bir başlangıçtı. Baba konusunda belki "Franz Kafka" kadar şanssız değildi; ama yine de onun da içinde hapsolmuş kendini babasına kanıtlama hırsı vardı. Zaten Kafka’ya ve Dostoyevski’ye olan düşkünlüğü de etkileyici girişin ardından 1973’te “Tehlikeli Oyunlar”ı yayımladı. Yine aynı yıl “Oyunlarla Yaşayanlar” adını verdiği oyununu da yayımladı. Bu oyun Devlet Tiyatoları’nda hikâyeleri ise 1975’te “Korkuyu Beklerken” adı altında topladı. Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayatını konu aldığı romanı “Bir Bilim Adamının Romanı”nı da yine 1975’te dışında “Beyaz Mantolu Adam” hikâyesini kısa film olarak çekti; ama ne talihsizlik ki film kayboldu. Ayrıca Yılmaz Güney’in “Arkadaş” filminin ilk üç dakikasının diyaloglarını da Oğuz Atay öldüOğuz, 1976’nın sonuna doğru şiddetli baş ağrılarının olduğu bir sürece girdi. Başta pek önemsemedi; ama aldığı ağrı kesiciler de bana mısın demiyordu. Bir süre sonra çift görmeye başladığında, doktora gitti. Beyninde iki tane tümör vardı. Ameliyat olmak için 22 Aralık’ta Londra’ya gitti; iki tümörden birini sene sonra 13 Aralık 1977’de arkadaşı Altay Gündüz’ün evindeydiler. Bir ara Oğuz banyoya gitti. Banyoda uzun kaldığını fark ettiklerinde tedirgin olup kapıyı tıklattılar “Nasılsın Oğuz?” İçeriden cılız bir ses duyuldu “Sevinmeyin, daha ölmedim”.Sonra yine bir sessizlik… Altay dayanamadı ve kapıyı kırdı. Oğuz yerdeydi; ölmüştü…Oğuz Londra’ya giderken kızı 15 yaşındaydı. Özge ona mektuplar yazıyor, Oğuz ise hasta yatağında bile üşenmeden kızının noktalama işaretlerini düzeltiyordu. Özge’den Turgenyev’in “Babalar ve Oğulları”nı okumasını istemişti. “Bitirince konuşuruz” diyecekti. O konuşma hiç yapılamadı ve Özge, babasının ne düşündüğünü hep merak etti…Ölümünden sonraOğuz’un hayatı, daha doğusu edebiyat hayatı, aslında öldükten sonra, yıllar sonra başladı. Bugünlerde bu kadar popüler olan Oğuz Atay isminin değeri zamanında sonra bile yaşamaya, yazdıkları yayınlanmaya devam etti. 1987’de “Günlük”, 1998’de “Eylembilim” adlı kitapları yayımlandı. Sağlığında "Tutunamayanlar" dahi depolarda beklemişken, şimdi kitapları büyük ilgi görüyordu; defalarca basıldı. 2000’li yıllarda eserleri tiyatro oyunu olarak sahnelenmeye gerçeği büyük bir ustalıkla birbirine karıştıran Oğuz Atay, postmodernist roman kategorisinde eserler veren ilk yazar oldu. Özellikle Tutunamayanlar’da modern yaşamda kaybolan insanın yalnızlığını, kopuşlarını, bir tutunamayışlarını mükemmel bir kurguyla anlatıyordu. 2007’den itibaren de “Oğuz Atay Edebiyat Ödülleri” verilmeye başlandı. Bu yaşamı boyunca fark edilmemiş bir yazarın yarım kalmış hayatının hikâyesiydi…Babasının içine bıraktığı bir yumrukla, yutkunamayışı, tutunamayışı, hep sürüklenişi ve mükemmel kurgularıyla bir Oğuz Atay geçti bu dünyadan…İyi ki…Damla okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle meçhul askere mezarlık görevlisi sahip çıktıOğuzhan Koçtan tepkilere cevapAnkarada Oğuzhan Koç konseri terk ettiHatayda yaşlı kadını akrabası 34 yerinden bıçakladı Google Türk roman, öykü ve oyun yazarı Oğuz Atay'ı doğum gününde unutmadı ve doodle yaptı. Bu gelişmenin hemen ardından ünlü yazarı tam olarak tanımayanlar 'Oğuz Atay kimdir?' sorusunu sorup yazarların eserlerini merak etmeye ATAY KİMDİR?Ülkemizde çok okunan ve sevilen büyük yazarlarımızdan Oğuz Atay, 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu’da doğdu. Babası hukukçu, bir süre CHP milletvekilliği yapmış olan Mehmet Cemil Atay, annesi Fransız bir anne ve Türk babadan doğma Muazzez Zeki Hanım’dır. 1939’da, babasının milletvekili seçilmesi üzerine ailesiyle Ankara’ya geldi. İlköğrenimine Ankara’da Devrim İlkokulunda başladı. TED Ankara Kolejinden 1951 mezun olduğu yıl devlet olgunluk sınavını kazandı. İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi 1957 mezunu. Anayol Mühendislik Şirketinde altı ay mühendis olarak çalıştı. Bu yıllarda Beyoğlu’ndaki Baylan Pastanesine sık sık giderdi. Ferit Edgü, Demir Özlü, Hilmi Yavuz ve Onat Kutlar gibi isimlerle arkadaşlık etti. 1957 Aralık ayında yedeksubay olarak askere gitti. Askerliğin ilk altı ayını İstanbul’da, kalanını Ankara’da geçirdi. Ankara’da geçen bu zamanda Pazar Postası dergisi çevresinde toplanan gençlerle arkadaşlık etti. Ece Ayhan’ın, Korkut Boratav’ın evindeki toplantılara katıldı. Cevat Çapan ve Vüs’at O. Bener ile sıkça birlikte oldu. Mayıs 1959’da askerlik bitince İstanbul’a yıllarında İstanbul’da Denizcilik Bankası İstanbul Şehir Hatları İşletmesinde çalıştı. 1961’de modacı terzi Fikriye Fatma Gürbüz ile evlendi. Bu evlilikten 1962’de Özge adlı bir kızı oldu. 1962’de bir arkadaşı ile bir inşaat şirketi kurdu. Bir yandan da 1960 yılında girmiş olduğu İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümündeki öğretim üyeliğini sürdürdü. Burada topografya ve yol inşaatı dersleri okuttu. 1967’de boşandı. Aynı yıl şirketinin faaliyetini durdurdu. Evliliği bitince birkaç ay babasıyla yaşadı, ardından Beyoğlu civarında bir yere taşındı. Aynı dönemde son on yılında kendisine kader arkadaşlığı yapan Sevin Seydi yaşamına girdi. Meydan Larousse lugat ve ansiklopedisinde redaksiyon ve son okuma işlerini yürüttü 1971-73. 1973 yılında Hürriyet gazetesi için yayımlanan Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi için madde yazarlığı yaptı. 1974’te sanat muhabiri Pakize Kutlu ile evlendi. Oğuz Atay hakkında kapsamlı bir monografi yazmış olan Yıldız Ecevit onun yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyler. Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Sonuncu evrede yoğun bir karamsarlık olarak gözlenen ciddi bunalımlar yaşadı. 1975’te doçent oldu. 1976’da hastalandı. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle, bir süre Londra’da tedavi gördü. Bu hastalıktan kurtulamayarak, İstanbul’da öldü. Edirnekapı Şehitliği’ne, annesinin yanına Pazar Postası 1959’da İstanbul’a taşınınca bu dergide imzasız yazılar yazdı, derginin redaksiyon ve tashih işlerini yaptı, 1959 yılında sadece imzalı üç yazısı 12 Temmuz, 19 Temmuz ve 9 Ağustos yayımlandı. Makale ve söyleşileri çeşitli dergilerde yer aldı. 1960 sonrası toplumsal değişim ve aydınların tutumuna eleştiriler getirdiği Tutunamayanlar adlı romanının yayımlanmasından önce TRT’nin 1970 Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülünü kazanmasıyla tanındı. En etkilendiği yazar, Dostoyevski oldu. Edebî kişiliği ve eserleri ölümünden sonra aydın konulu tartışmaların başlıca kaynakları arasında yer aldı. Çok yönlü bir aydın ve modernist bir ya­zar olarak Doğu ve Batı uy­garlıkları arasında sıkışıp kalmış, bir kültürel bunalım ve kimlik arayışı içindeki Cumhuriyet dönemi aydınının ruhsal ve düşünsel sorunlarıyla yayımlanmasının ardından 1930’lardan 1960 sonrasına uzanan dönemde; topluma ilişkin gözlemleri, aydınların yaşamına, toplumsal kurumlara yönelen eleştirileri yüzünden önemli bir tartışmanın merkezini oluşturdu. Öncü bir roman niteliği taşıyan Tutunamayanlar, 1950’li yılların köy romanlarından da, 1960’ların toplumsal kaygıları yoğunlukla öne çıkaran romanlarından farklılaştı. Yazar, bireyi ve bireyin iç dünyasını, iç konuş­ma, diyalog, psikanaliz, hiciv, taklit, parodi, pastiş, yabancılaştırma tekniği olarak alay gibi çeşitli post-modern teknikleri kullanmak suretiyle, romanın merkezine koydu. Metinlerarası ilişkiler bağlamında zengin çağrışımlar yüklü bu romanın ana renklerinden biri ironidir. Yazar, ilgisini özellikle kendileriyle sürekli bir iç hesaplaşma yaşayan bireye yöneltti. Bu süreçte en önemli araçlarından biri “oyun” kavramı oldu. Aynı kavram etrafında örülen ve Tutunamayanlar’ın esintilerini taşıyan Tehlikeli Oyunlar adlı romanında çevresinden kopan aydınların yaşam çıkmazlarını işlemeyi sürdürdü. Bu romanla ilgili amacı “herkesin saldırdığı ve saldırmakta haklı olduğu bir adamla”, “herkesin hor gördüğü bir kadının” macerasını yazmaktı. Bu roman da tıpkı Tutunamayanlar gibi bir iç serüvendir ve Yıldız Ecevit’in ifadesiyle “Bir oluşum romanı; bir Bildungsromandır”; böylece o, adı Hikmet olan erkek karakterini bir ruh çözümlemesine tabi tutarak hepsiyle yüzleşti. Bu kitapta Hikmet gerçekle hayal dünyasının bağdaşmazlığı karşısında yaşamdan vazgeçti. Her iki romanında çeşitli katmanlara bölerek elde ettiği roman dokusunu belirsiz bir senteze kavuşturmayı Bilim Adamının Romanı’nda genç yaşta ölen bilim adamı Prof. Dr. Mustafa İnan’ın hayat hikâyesini kendi tutunamayan perspektifine uydurarak anlattı. Ayrıca Batı uygarlıkları­nı özümsemiş, matematikten edebiyata kadar hemen hemen her alanla ilgili aydın bilim adamı yetiştirmenin önemi de bu romanın alt konularından biri Yaşayanlar adlı oyunu, ölümünden sonra 1979-80 döneminde Devlet Tiyatrolarında daha çok da amatör toplulukların sahnelerinde oynandı. Romanlarında olduğu gibi bu oyunu yazarken de yeni teknikler denedi. Bu oyun, bir yandan sanatla oyunu buluşturan postmodern izlerle, bir yandan da daha evrensel ve klasik denebilecek toplumsal sorunlarla Ruhu adlı, Türk toplumunun kültürel kimlik sorununu ve birey-toplum-devlet ilişkilerini irdelemek istediği tasarısını yazmaya ömrü Beklerken, bazıları korku, güvensizlik, umutsuzluk, yalnızlık, dehşet, suç vb. kavramları kasteden Kafkaesk deyimiyle nitelenebilen öğelerle örülmüş öykülerden oluşur. Yabancılaşma, bu öykülerin kahramanlarının hepsinde gözlenebilir. Ayrıca öykülerde toplumsal baskı karşısında bunalan çağ­daş insanın özgürlük arayışı da yer aldı. Örneğin “Beyaz Mantolu Adam” öyküsünde, bireyin toplum tarafından bir kukla haline getirildiği, bireyin buna isyanı Ecevit, 2014 yılında yayımlanan ve İletişim Yayınları tarafından basılan “Ben Buradayım” adlı eseriyle Oğuz Atay’ın hayatını VE ESERLERİTutunamayanlarKorkuyu BeklerkenBir Bilim Adamının Romanı Tehlikeli OyunlarOyunlarla Yaşayanlar Günlük EylembilimOĞUZ ATAY SÖZLERİYalnızlığına iyi bak, sahip çık. Kaç kişinin emeği var onda kim bilir?İçimden şehirler geçiyor, sen her durakta duruyor, her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?Zaten senin hiçin’ fesat…Koca bir ömrü harcamak dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben. değil Olric! Ne efendimiz. Elleri Olric sırlarını bakmasını bilene sadece bir hayal ürünüsün Olric. Siz gerçeksiniz de ne oluyor birikmiş bizi seyrediyor. Dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada. Acı hep geç geliyor; geldiği zaman da insan başka yerlerde çok seversek, bir gün o da çekip gider mi?Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri geldi kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur…İki kadına adamak istiyorum hayatımı. Biri “erkeğim” desin bana, diğeri sadece göstermem üzüntümü. Gündüz gülerim, geceleri yalnız ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek cam kırıklarıyla dolu doktor. Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim çok sevdiği halde neden her defasında terkedilir. Ve beklenenler, neden hep vazgeçildikten sonra bilmezsiniz albayım, insanlık tek başına kollarımda can verdi. Yanında kimseler zoruma gidiyor biliyor musun Olric? O’na yazdıklarımı o’ndan başka herkes musun Olric. Artık yalnızlığı bile çok seviyorum, sırf onun eseri diye… mi dersin Olric. Gelmez, gelemez efendimiz. Neden Olric. Yüreği o kadar büyük sevemez de ondan kaç kez ıskalayacağız hayatı Olric. Oklarımız bitene kadar yalnızlıktan şikayetçidir ki insan. Ne yani, mutlu olması için bir sevgiliye mi muhtaçtır her musun Olric, benim birçok dostum var. Görüyorum efendimiz, hepsinin sırtınızda izleri bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç kimseyi anlamıyorum. İnsanların arasına karışıp onlara uyduğum için de kendimden nefret ve sebepsiz sevdim seni. Çünkü bir sebebi olsa, aşk olmazdı bunun başı ve sonu belliydi; hiç olmazsa ortasını ne zaman lades oynasak hep o kazandı. Kalbimdeyken nasıl aklımda evladım’ diye teselli ederdi annem beni. Söyle de içine hicran olmasın. Hicran oldu yaşantısını beğenmedim. Kendime uygun bir yaşantı da seviyorum ve yalnız seni görüyorum. Seninle ilgiliyim başka her şeyi unutuyorum. Sözün gelişi değil bu; ben sözümün eriyim başka anlamları olsaydı sözlerimin başka anlamlara uygun kelimeler bulurdum…İnsanlar bozuk para gibidir. İki seçenek vardır; yazı ya da tura. Bir yüzünü gösterirken bize diğer yüzünü zaman çekişmek nasıl bir şey bilir misin Olric? Hayır efendimiz, nasıl bir şey . Ona söyleyebileceğin o kadar şey varken susmaktır yerde söz biter. İki kişi karşılıklı kendini tekrarlamaya başlar. Yeni başlayan ilişkiler bile eskir böylece. Hemen kaçacaksın ki aklın orada çekilerken, nedense kendimizi gülümsemek zorunda hissediyoruz. Yani aslında ona bile mutluluk oyunu dostum ben en acıklı anlarımda bile güldürücü sözler bulan bir insanım, kendime acımam yaptıklarını silmeye çalıştım; mürekkeple yazılmışlar oysa. Ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla gelecek planlarımı hayattan gizli yapıyorum. Sanki hayat, işini gücünü bırakıp planlarımı bozmak için her şeyi bir şans daha verme, sevgine layık olmayana. Merak etme, aşk yürek işidir ve yüreği olmayanın kalbi kırılmaz seviyorsa kaybetmekten korkar. Kıskançlık da bir kaybetme korkusudur. Kıskanmıyorsa eğer; yeterince bırak artık diyordun ya bana, ben de bırakmıyordum. Çünkü senin, benim için üzülüyor olmana içten içe koyulurken, “Bu kadar yeter” dedikten sonra mutlaka bir kaşık daha yemek koyan kişiye anne’ denir. Ve o her şeye bizim bütün güzelliğimiz, yaşadıklarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti. bir tahriften ibarettir. Tarih, geçmişten geleceğe uzanan ve bugün gördüğümüz bir rüyadır. Bütün rüyalar gibi tarih de yorumlanabilir; ama görülürken yalnızlık kelimeyle birlikte yaşadı insanın içinde, kelimeler yalnızlığı anlattı ve yalnızlığın içinde eriyip kayboldu. Yalnız kelimeler dindirdi acıyı ve kelimeler insanın aklına geldikçe yalnızlık büyüdü, dayanılmaz anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için on bin kitap okumuş olmayı isterdim dedi. Gene de az gelişmiş bir cümle söylemeden içim rahat etmeyecek; seni tanıdığıma çok sevindim kendi nedir bilir misin Olric? Nedir efendimiz? Ağaçları kesip onlardan kâğıt yapan sonra da o kâğıtlara “ağaçları koruyunuz” silgim hep kalemimden önce bitti. Çünkü kendi doğrularımı yazacağım yere, tuttum başkalarının yanlışlarını yükseğe çıkamam; bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam; bende alçaklık’ korkusu ölmek nefessiz kalmaktır; ne de yaşamak nefes almaktır. Yaşamak; sevilmeyi hak eden birine yaşamını tehlikeli kelime ama’dır. Önceden söylenen her söylemi veya kelimeyi öldürür! Mesela, seni seviyorum ama gibi…Bize öğretilen her söze inandık, yasaktır dendi kandık, hep girilmez levhalarına aldandık, bu tutulan yol yanlıştır bazı insanlar vardır; en çamurlu yerlerden bile kolalı beyaz gömleklerini ve açık renk pantolonlarını kirletmeden çıkarlar. Böyle adamlar hayatta başarıya bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen boşuna yorma, boş yere mağaramdan çıkarma beni. Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme yaralar efendim? Tutunurken öyle oldu Olric. Ya yüreğindeki yaralar efendim? Tutulurken öyle oldu Olric! Peki ya gözlerindeki suskunluk; ne efendim. Hiç dokunma. Sus senin bilinçaltı karanlıklarına ittiğin ve gerçekleşmesinden korktuğun kirli arzuların, ben senin bilinçaltı ormanlarının Tarzan’ı! Yemeye geldim seni. Benden kurtulamazsın. Ben, senin vicdan azabınım!Öyleyse, ben de hayatımın sonuna kadar aynı yerde kımıldamadan oturacağım. Herkes istediği kadar koşsun. Beni anlayacak insan, oturduğum yerde de beni bulur…Beni anlamalısın çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya yok hayatın. Ne yeniden yaşamak mümkün, ne de yaşadıklarını silebilmek. Önemli olan, ilk defa değil son defa acıyı biriktirmeyi seversin Olric. Sen biriktirmeyi seversin. Hadi devam et şimdi, kuru yaprakları. Deniz taşlarını. Gözyaşını. Sorulamamış soruları. Senden kalan sesleri. Yaşanamamış paylaşılmışlıkları. Birlikte harcamak üzere kalbinde biriktirilmiş zamanları ve hüznü. Ve özlemi al yalnızlığımı ört üzerine Olric. Belki o vakit bırakıp her şeyi. Gelirim bir yerlerden başlamak için yeniden…İlk çekingenlikler ne kadar tatlıdır. Oysa insan, bu beceriksizlikleri bir an önce yenmeye çalışır. Bütün gücüyle büyüyü bozmak, buzları kırmak için düzmece oyun sona ermeli. Kendi benliğimizi bulmalıyız. Yol verip yakarmaktan vazgeçmeliyiz. Rüyalarımızı gerçekleştirmeye çalışmamalıyız, gerçekleri rüya yapmalıyız. Çelişiksiz dikensiz ve düzgün rüyalarımızı yaşamalıyız. Sözümüzün eri olmalıyız kırılacak kafaları kırmalıyız. Bize acınmadığı için başkaları anlamaz sevgi. Başkalarının aklı başkadır. Bu yüzden ikimizi hep garip bakışlarla süzmüşlerdir. Şimdi beni de garip, bakışlarla süzenler var. Ben onlara aldırmıyorum. İnsanların beni beğenip beğenmemeleri umurumda değil artık. Ben kendimi tanımakla ilgiliyim. Oğuz Atay, Türk roman, öykü ve oyun yazarı. Doğum tarihi ve yeri 12 Ekim 1934, İnebolu. Ölüm tarihi ve yeri 13 Aralık 1977, İstanbul. 1- Oğuz Atay’ın Hayatı Türk edebiyatının önemli eserlerinden Tutunamayanlar romanın yazarı olan Oğuz Atay 12 Ekim 1934 tarihinde Kastamonu’da doğmuştur. Ünlü roman yazarı ortaöğretimini Ankara Maarif Koleji’nde tamamlamış ve İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesini başarı ile tamamlamıştır. 1957 yılında üniversite mezuniyetinden sonra 1959 ve 1962 yılları arasında Denizcilik Bankası İstanbul Şehir Hatları İşletmesinde çalışmış olan Oğuz Atay 1961 yılında Fikriye Fatma Gürbüz Hanım ile evlilik yapmıştır. Altı yıl sürecek olan evliliğinde bir yıl sonra Özge isimli kızı dünyaya gelmiştir. 1967 yılında evliliğini bitiren Oğuz Atay Beyoğlu taraflarına taşınmış ve Meydan Larousse Ansiklopedisinde son okuma işlerini ve ardından 1973 yılında Türkiye Ansiklopedisi için madde yazarlığı yapmıştır. 1974 yılında sanat muhabiri Pakize Kutlu Hanım ile ikinci evliliğini yapan ünlü yazar 1975 yılında doçent olmuştur. Makale ve söyleşileri çeşitli dergilerde ve gazetelerde yayınlanan Oğuz Atay yaptığı çalışmalar ve yazdığı eserlerle ölümünden sonra hak ettiği değeri daha çok görmüş ve kitapları yayınlanmaya devam etmiştir. 1960 yılında bugünkü ismi Yıldız Teknik Üniversitesi olan İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisinde öğretim üyesi olmuştur. 1975’te doçentliğe yükseldiğinde Topografya adında bir kitap yazmış ve akademisyenlik hayatı boyunca birbirinden farklı dergi ve gazetelerde yazılar yayınlamıştır. Yazdıktan ancak iki yıl sonra, 1972 yılında yayınlayabildiği ilk romanı olan Tutunamayanlar eseri anlatım tarzı olarak çok beğenilmiş ve TRT Roman Ödülü’nü kazanmıştır. Hayatı boyunca Cumhuriyet dönemi roman ve öykü yazarlığı yapan Türk romanının değerli ismi Oğuz Atay ilerleyen dönemlerde beyninde çıkan tümör nedeni ile Londra’da tedavi görmüş fakat iyileşememiş ve 13 Aralık 1977 yılında İstanbul’da hayata veda etmiştir. 2- Oğuz Atay’ın Edebi Kişiliği Türk romanının daha da çağdaşlaşmasında önemli yeri olan değerli yazarımız Oğuz Atay yaşadığı yıllarda tam olarak hak ettiği şöhreti yakalayamasa da ölümünden sonra Tutunamayanlar eseri en çok satanlar arasında yerini almıştır. 1973 yılında Tehlikeli Oyunlar isimli ikinci romanını yayınlayan ünlü yazar bu romanı ile de büyük etki yaratmıştır. 1975 yılında yayınladığı Bir Bilim Adamının Romanı adlı eseri ile Prof. Mustafa İnan’ın hayatını konu olarak ele almıştır. Eserlerinde genellikle toplumla çatışma halinde olan aydınların iç dünyalarını işlemiştir. Yalnızlık, hayatın anlamsızlığı gibi duygular öykülerinde hakim olan duygulardır. Ayrıca eserlerinde ironi çok yoğun olarak kullanılmıştır. Yazar Tutunamayanlar adlı eserinde zıt dünya görüşlerini ele almıştır ve bu görüşleri aktarırken iç monolog, bilinçaltı gibi teknikleri kullanmıştır. Bu roman ile postmodern roman edebiyatımızda çokça yazılmaya başlanmıştır. 3- Oğuz Atay'ın Eserleri Romanları Tutunamayanlar 1971-1972'de iki cilt, yeni basımı tek cilt 1984 Tehlikeli Oyunlar 1973 Bir Bilim Adamının Romanı 1975 Eylembilim 1998, tamamlanmamış roman Öyküleri Korkuyu Beklerken 1975 Tiyatro Oyunlarla Yaşayanlar 1985 Ödülleri 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü, Tutunamayanlar ile 4- Oğuz Atay’ın En Önemli Eserleri Ünlü yazarın ilk eseri olan Tutunamayanlar birçok eleştirmen tarafından modern Türk edebiyatının önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmiş ve 1970 yılında TRT Roman ödülüne layik görülmüştür. Eleştirmenler ve yazarlar tarafından Türk edebiyatında yeni bir çağ açan roman olarak değerlendirilen Tutunamayanlar adlı eser izlenimler, çağrışımlar, iç konuşmalar, düşler ve ruhsal olarak çözümler içermekte olup romanın içinde bir çok ayrıntı bulunmakta ve bu nedenle tam olarak özetlenmesi zor olmaktadır. Bu eseri ile Batı romanı tekniklerinden ustaca yararlanan yazar romanını bir gencin burjuva dünyasından nefret etmesi sonucunda intiharı ile sonuçlandırmıştır. Oğuz Atay daha sonra 1973 yılında Tehlikeli Oyunlar adlı romanını yayınlamış ve bu romanında arada kalmış bir kişi olarak ana karakter Hikmet Benol’un toplumdaki kargaşanın temelindeki gerçekliği araştırmasını ele almıştır. Anlatım tarzı kesinlikle çok farklı olan Tehlikeli Oyunlar romanının ardından ise yine aynı yıl Oyunlarla Yaşayanlar adlı 1979 ve 1980 yıllarında Devlet Tiyatrolarında sahnelenecek ve yeni teknikler kullanarak yazdığı oyununu yayımlamıştır. 1975 yılında yayınladığı eseri olan Bir Bilim Adamının Romanı adlı eserinde ise genç yaşta hayatını kaybeden Mustafa İnan’ın hayatını kendi anlatım tarzı ile anlatmıştır. Korkuyu Beklerken isimli 1975 yılında yayınladığı tek öykü kitabında tüm öykülerini birleştiren Oğuz Atay, öykülerinin bazılarında korku, güvensizlik ve umutsuzluğu, bazılarında ise yalnızlık, suç, yabancılaşma gibi konuları ana tema edinmiş ve tüm öykülerinde yer vermiştir. Öykülerinin arasından Beyaz Mantolu Adam adlı eserini kısa film olarak çeken Oğuz Atay ne yazık ki filmin kaybolması nedeni ile bu projeyi hayata geçirememiştir. Bunun yanında Arkadaş isimli Yılmaz Güney filminin ilk dakikalarındaki diyalogları ise Oğuz Atay’a ait olmaktadır. Bunların yanında 1970 ve 1977 yılları arasında tuttuğu günlükleri Günlük isimli eserinde birleştirmiş ve bu eseri 1987 yılında yayınlamıştır. Bir yıl sonra, 1998 senesinde ise eserlerinden Eylembilim yayınlanmıştır. Ölümünden önce en büyük projesi olarak Türkiye’nin Ruhu isimli eseri yazmayı hedeflemiş fakat ömrü bu projenin tamamlanmasına yetmemiştir. Zarif ruhlu, romantik ve sanata yön veren kişiliğiyle hemen her duyguyu keskin cümleleriyle anlatabilecek kadar iyi bir yazardır. Edebiyatımıza katkılarıyla kitaplarının kütüphanemizde baş sıralarda yeri vardır. Çok yönlü bir aydın ve modernist bir yazar olarak Türk edebiyat tarihinin usta isimlerinden olan Atay, cumhuriyet dönemi insanlarının ruhsal ve düşünsel sorunlarıyla ilgilendi. Çünkü o dönemde insanlarda genel olarak bir tür bunalım ve kimlik arayışı hakimdi. [renkbox baslik="Tevfik Fikret Kimdir? Hayatı ve Eserleri" link=" resim=" renk="kahve" yenisekme="evet"][/renkbox] Haftalık Pazar Postası dergisinin redaksiyon ve tashih işleriyle ilgilendi. Romanları ve anlatım biçimi birçok kesimden övgü aldı. Makale ve söyleşilerine çeşitli dergilerde yer verildi. Yazarın hayatını, eserlerini ve hakkında az bilinenleri yazımızda bulabileceksiniz. Oğuz Atay Kimdir? Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar ve Korkuyu Beklerken gibi önemli eserlerin yazarı olan Oğuz Atay, Türk Edebiyatı’nın büyük isimlerinden biridir. Roman ve hikaye yazarıdır. Birçok yayınlanmış eseri ve ödülü bulunmaktadır. Yazdığı roman, eleştiri, kitap ve makalelerle edebiyatımızda iz bırakmış bir isimdir. Tutunamayanlar romanıyla post-modern tarzda eser veren ilk yazar Oğuz Atay’dır. 12 Ekim 1934’te İnebolu Kastamonu’da dünyaya geldi. Cumhuriyet Halk Partisi 6. ve 7. dönem Sinop, 8. dönem Kastamonu milletvekilliği yapan; aynı zamanda ağır ceza yargıcı olan Cemil Atay’ın oğludur. Annesi Fransız bir anne ve Türk babadan olma Muazzez Zeki Hanım, ilkokul öğretmenidir. Oğuz Atay’ın Hayatı İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamlayan Oğuz Atay, 1939’da babası milletvekili seçilince ailesiyle Ankara’ya geldi. Burada Devrim İlkokulu’nda okula başladı. Ortaokul döneminde dünya edebiyatındaki ünlü isimlerin eserlerine merak saldı. Oscar Wilde, Stendhal, Cronin, Pitigrilli gibi ünlü yazarların romanlarını okudu. 1951 yılında Ankara Maarif Koleji’ni şu anki adıyla Ankara Koleji bitirdi. Aynı zamanda devlet olgunluk sınavını kazandı. Kolejden mezun olunca babasının “iyi bir meslek sahibi olması” ile ilgili yoğun baskıları üzerine İstanbul Teknik Üniversitesi İTÜ İnşaat Fakültesi Bölümü’nde eğitim hayatını sürdürdü. 1957’de buradan mezun oldu. Anayol Mühendislik Şirketi’nde altı ay mühendislik yaptı. Ferit Edgü, Demir Özlü, Hilmi Yavuz ve Onat Kutlar gibi isimlerle arkadaşlık yaptı. Eğitim yıllarında arkadaşlık ettiği Turhan Tükel sayesinde Marksizim’le tanıştı. Hegel, Lenin gibi isimlerin eserlerini okudu, aynı zamanda solcu çevreler edindi. 1957’nin Aralık ayında yedek subay olarak gittiği askerliğin ilk altı ayını İstanbul’da, kalanını Ankara’da tamamladı. Ankara’daki zamanını Pazar Postası dergisi çevresinde toplananlarla arkadaşlık ederek geçirdi. Turgut Uyar, Cemal Süreya, İlhan Berk ve Attila İlhan da arkadaşları arasındaydı. Ece Ayhan ve Korkut Boratav’ın evindeki toplantılarda bulundu. Cevat Çapan ve Vüs’at O. Bener ile sık sık görüşürdü. Mayıs 1959’da askerliğini bitirdi ve İstanbul’a döndü. 1959-1962 yılları arasında İstanbul’da Denizcilik Bankası İstanbul Şehir Hatları İşletmesinde çalıştı. 1962’de modacı Fikriye Fatma Gürbüz ile dünya evine girdi. Bu evliliğinden 1962’de Özge isimli bir çocuğu oldu. Daha sonra Kadıköy vapur iskelesinin inşaasında tamir ve kontrol elemanı olarak çalıştı. Bir süre sonra görevinden istifa etti. Üniversite mezuniyetinden üç yıl sonra İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi İnşaat Bölümü’nde şu anki Yıldız Teknik Üniversitesi öğretim üyesi oldu. Aynı zamanda bir arkadaşıyla kurduğu inşaat şirketinin başındaydı. 1967’de eşinden ayrılınca şirketinin faaliyetini durdurdu ve babasıyla yaşamaya başladı. Sonra Beyoğlu civarında bir eve taşındı ve bu dönem hayatına Sevin Seydi girdi. 1971’den 1973 yılına kadar Meydan Larousse lugat ve ansiklopedisinde redaksiyon ve son okuma işlerini yürüttü. Hürriyet Gazetesi için yayımlanan Türkiye 1923-1973 Ansiklopedisi için 1973 yılında madde yazarlığı yaptı. 1974’te sanat muhabiri Pakize Kutlu ile ikinci evliliğini yaptı. Yazarlık Hayatı “Tutunamayanlar” yayımlanmadan önce TRT’nin 1970 Sanat Ödülleri Yarışması Başarı Ödülü’nü kazanmasıyla ün kazandı. Hep Dostoyevski’yi örnek aldı. Tutunamayanlar adlı ünlü eserini 1971-1972 yıllarında kaleme aldı. Ses getiren bu yapıtıyla Türk edebiyatının önemli isimlerinden biri oldu. Bu eserinin yayınlanmasının ardından TRT Roman Ödülü’nü kazandı. Tutunamayanlar adlı roman, eleştirmen Berna Moran tarafından, “hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı” olarak nitelendirildi. Eleştirmen Moran’a göre romandaki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı seviyeye getirmiş, ona kazançlar sağlamıştır. Oğuz Atay’ın çok konuşulan eseri Tutunamayanlar’dan sonra “Tehlikeli Oyunlar” adlı ikinci romanını kaleme aldı. Bu eseri 1973’te yayınlandı. Yine aynı yıl yayınlanan “Oyunlarla Yaşayanlar” adlı eseri Devlet Tiyatrosu’nda sahnelendi. 1975 yılında doçent unvanını almasıyla mesleğiyle ilgili olan “Topografya” adlı bir kitap yazdı. Aynı zamanda çeşitli dergi ile gazetelerde makale ve söyleşiler yazıyordu. Tüm hikayelerini “Korkuyu Beklerken” başlığı altında topladı. 1911-1967 yılları arasında yaşamış Prof. Mustafa İnan’ın hayatının konu alındığı “Bir Bilim Adamının Romanı”nı 1975 yılında yayımlandı. Yaşadığı dönemlerde hiçbir eseri ikinci baskısını yapamadı. Fakat ölümünden sonra kitapları en çok satanlar arasına girdi. Eserleri eleştiri, mizah ve ironi barındırmaktadır. Usta edebiyatçı, yazarlık döneminde sıkıntılı zamanlar geçirdi. 1976 yılında hastalandı. Oğuz Atay'ın Vefatı Yaşamının sonraki dönemlerinde roman, öykü ve oyun yazılarına devam eden Atay’ın beyninde bir tümör olduğu tespit edildi. Bir süre Londra’da tedavi oldu. Fakat tedaviden olumlu sonuç alınamadı. Onun önemli eseri “Türkiye’nin Ruhu” adlı projesi yarım kaldı. Tamamlayamadan, 13 Aralık 1977 tarihinde hayata gözlerini yumdu. Öldüğü sırada Mecidiyeköy’deki arkadaşı Altay Gündüz’ün evindeki banyodaydı. Atay’ın uzun süre banyodan çıkmamasından şüphelenen arkadaşları öldüğünü fark etti. Cenazesi, Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı’nda, annesinin yanına defnedildi. Vefatının Ardından Usta yazarın vefatından sonra 1987’de Günlük, 1998’de ise Eylembilim adlı kitapları yayımlandı. Hayattayken ikinci baskısını dahi yapamayan kitapları ölümünden sonra yoğun bir ilgi görmeye başladı, defalarca basıldı. Yıldız Ecevit’in kaleme aldığı ve Oğuz Atay’ın hayatını konu olan Ben Buradayım adlı eser 2005 yılında yayımlandı. Ecevit, onun Atay’ın yaşamının üç evreye ayrılabileceğini söyledi Gençlik, evlilik ve yazarlık evreleri. Memleketi Kastamonu’nun Valiliği yazarın kendisi adına 2007 yılından bu yana Oğuz Atay Edebiyat Ödülleri vermektedir. Ölüm yıl dönümlerinde sevenleri tarafından anılmaktadır. 2008 yılında Korkuyu Beklerken adlı eseri Öteki Tiyatro tarafından tiyatro oyunu olarak sahnelendi. 2009’da ise Tehlikeli Oyunlar romanı Seyyar Sahne tarafından aynı isimle tiyatro oyununa uyarlandı. O zamanlar izleyiciyle buluşan oyun, günümüzde hala sahnelenmektedir. 2012’de Bir Bilim Adamının Romanı adlı biyografik eseri, Mustafa İnan ismiyle Te Sahne tarafından Bir Bilim Adamının Oyunu olarak sahnelendi. Oğuz Atay’ın edebi kişiliği ve eserleri ölümünden sonra aydın konulu tartışmaların başlıca kaynakları arasındaydı. Hayata veda ettikten sonra daha çok tanınan bu yazarın eserleri ölümünden sonra defalarca basıldı. Türk edebiyatına azımsanamayacak kadar fazla eserini miras bıraktı. Edebiyatımızda saygınlık kazanmış bu isim, ününü asırlar sonrasına dahi taşıyabilecek gibi görünüyor. Oğuz Atay’ın Yazdığı Kitaplar Yazarlık yaşamına geç başlayıp erken yaşta vefat etmesi nedeniyle çok fazla eseri bulunmamakta, buna rağmen en çok okunan yazarlar listesinde baş sıralarda yer almaktadır. Eserlerinde düş ve gerçeğin birbirine karışması ile kurgunun ana ilkelerine yer vermesi onu postmodernist bir roman yazarı kılar. Yıldız Ecevit, Atay’ın eserlerinde bilinç akımı tekniği aracılığıyla insan ilişkilerinin ve kişinin iç dünyasının gözler önüne serildiğine değinmiştir. Oğuz Atay’ın eserlerindeki topluma yönelik eleştirinin yoğunluğuna karşın, ana sorunsalın bireye yönelik olduğuna bir söyleminde yer vermiştir. Türkiye’de geniş bir okuyucu kitlesi tarafından severek okunan yazarın eserlerini araştırdık. 44 yıllık ömrüne sığdırdığı beş roman, bir öykü ve bir tiyatro oyunundan oluşan eserleri şu şekilde Tutunamayanlar Yayım yılı 1972’dir. UNESCO tarafından 20. yüzyıl Türk edebiyatının en seçkin eseri olarak kabul edilen bu roman, Oğuz Atay denince ilk akla gelen, onunla özdeşleşmiş bir kitaptır. Flemenkçe, Almanca ve The Disconnected adıyla İngilizce’ye çevrilmiştir. Kitapta intihar eden Selim Işık’ın modern hayata neden tutunamadığı anlatılır. Yazar bu unutulmaz eserinde modern şehir yaşamında bireyin maruz kaldığı yalnızlığı, toplumdan kopuşlarını, klişeleşmiş düşüncelere ve toplumsal ahlaka yabancılaşan iç dünyasını kaleme alır. Bu roman toplumsal değişime ve aydınların tutumuna eleştiri getirmiştir. Burjuvaların küçük dünyasına ironiyle yaklaşan Atay, yenilikçi ve çağdaş batı romanının bazı yöntemlerinden ustalıkla faydalanmıştır. Yazıldığı döneme damgasını vurarak Türk edebiyatında yeni bir çağı başlatan bu eser, büyük tartışma konusu olmuştur. Ayrıca Atay’ın yaşamından izler taşıdığı için kısmen otobiyografik bir yapıt olarak da değerlendirilebilir. Tehlikeli Oyunlar 1973 yılında yayımlanmış bu eser, yazarın ikinci kitabıdır. Okuyucular tarafından çarpıcı, bir o kadar da sarsıcı olarak nitelendirilmiştir. Kitaptaki başkarakter Hikmet Benol’un bilinç-akışı yöntemiyle bir “tutunamayan” oluşu konu edilir. Buradaki Hikmet karakteri Tutunamayanlar romanındaki Selim Işık’ın karşıt halidir. Tiyatro oyunu olarak da sergilenmiştir. Kurgu içinde kurgu içermesiyle Türkiye’nin ilk post-modernist romanlarından biridir. Atay, bu önemli yapıtında William Shakespeare’in Hamlet, James Joyce’un Ulysses ve Nabokov’un Solgun Ateş eserlerinden ilham almıştır. Bir Bilim Adamının Romanı 1975’te Bilgi Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Biyografi-otobiyografi kitaplarının listesinde en iyilerde gösterilebilir. Bilim adamı Mustafa İnan’ın başarılarla dolu ve kısa süren hayat hikayesi anlatılır. Kendine özgü anlatım şekliyle kaleme aldığı bu eserinde kendi tutunamayan perspektifine uymuştur. Aydın bir bilim adamı yetiştirmenin önemine de değinilir. Korkuyu Beklerken 1975’te yayımlanan bu eseri 8 adet öyküsünü içerir. Bazılarına göre korku, güvensizlik, umutsuzluk, yalnızlık, dehşet, suç gibi olumsuz öğelerle donatılmış bir hikayeler toplamıdır. Psikolojik çözümlemelere yer vermiştir. Öykünün kahramanlarının tümünde yabancılaşma mevcuttur. Toplumsal baskıdan kurtulmaya çalışan çağdaş insanın özgürlük arayışı bu eserde gözlenir. Beyaz Mantolu Adam adlı hikaye kitapta ilk sıralarda yer almıştır. Kitapta; Unutulan, Korkuyu Beklerken, Bir Mektup, Ne Evet Ne Hayır, Tahta At, Babama Mektup, Demiryolu Hikayecileri, Bir Rüya adlı hikaye dizileri birbirini izler. Oğuz Atay yazdığı bu kitapların dışında “Beyaz Mantolu Adam” hikayesini kısa film olarak çekti. Fakat ne yazık ki film kayboldu. Ayrıca Yılmaz Güney’in filminin ilk üç dakikasının diyaloglarını yazdı. Oyunlarla Yaşayanlar 1975 yayım tarihli, Oğuz Atay’ın var ettiği tek tiyatro oyunudur. Hareketsizlikle devam ettirilen bir yaşamın kaçınılmaz sonu beceriksizlik ve gülünç duruma düşme kaygısından sürükleyici bir oyun ortaya çıkarılmış. Atay, diğer eserlerinde yaptığı gibi yine bir tutunamama öyküsünü ince bir hicivle işlemiştir. Yazar hayattayken bu oyunun sahnelenmesini çok istemiş fakat ne yazık ki ölümünden sonra izleyiciye sunulmuştur. Emekli tarih öğretmeni Coşkun ve ailesi etrafında gelişen olaylar konu edilir. Bu kısımdan sonra inceleyeceğimiz iki kitabı yazarın ölümünden sonra yayımlanmıştır. Günlük 1987’de yayımlanmış Günlük, Atay’ın 7 yıllık notlarının bir araya getirilmesinden oluşmuştur. Okurlarla içinde bulunduğu ruh halini paylaşan yazar, “Kimse dinlemiyorsa beni ya da istediğim gibi dinlemiyorsa günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar, sonunda bana bunu da yaptırdınız…” sözleriyle ilgi çekici bir giriş yapmıştır eserine. Eylembilim 1998 yılında yayımlanmıştır. Eser yarım kıymetli yazarımızın ölümü nedeniyle ne yazık ki yarım kalmıştır. Üniversitede akademisyenlik yapan Server Gözbudak kitapta başkahramandır. Bir döneme damga vuran sağ-sol davaları, doğrular ve yanlışlar kaleme alınmıştır. Yazar bu kitabında çekilen acıları kendine özgü inceliği ve dolaylı bir biçimde ustalıkla başarmıştır. İronilere sıkça rastlanır. Oğuz Atay’ın Kitaplarında Geçen Şiirleri Yazarın yazmış olduğu bir şiir bulunmamaktadır. Bazı romanlarında şiiri andıran kısa söylemlere yer vermiştir. Tutunamayanlar adlı romanında geçen bir dörtlüktür. Olric isimli şiirinden alınmış bir dörtlüktür. Yine Tutunamayanlar'da yer vermiştir. Hayatta her şeyin bir şekilde geçeceğine değinmiş. Aynı zamanda hiçbir şeyi kalıcı olmadığına vurgu yapmış. İnsanın dünyaya gözlerini açtığı an önemlidir. Fakat bu başkaları için bir anlam ifade etmeyebilir. Oğuz Atay’ın En Ünlü Sözleri Hemen hepimizin duygularına tercüman olan birbirinden güzel birkaç sözü sizlerle paylaştık. Aşk, özlem, yalnızlık gibi konuları her bir sözüne ustalıkla işlemiş yazar. Yalnızlığa alışmış ve öyle yaşamayı kabul etmiş birini sevgiye ve birilerinin varlığına alıştırmak ona yapılacak bir kötülük olur. Ya kal, ya da sevme demiş yazar. Hayatta bazen bazı şeylere geç kalırız. En güzeli yaşarken, henüz hayattayken, nefes alırken bir şeyleri yapmaktır. Sonrası için geç olabilir. Çünkü ölüm diye bir gerçek vardır. Bazen yaşanmışlıklardan çok sadece tanımış olmanın önemlidir. Basit gelebilir “Seni tanıdığıma çok sevindim.” cümlesi. Ama aslında çok şey hissettirir. Sevgiyi hak etmek için önce bir yürek gerekir. Hayatta son şansları bazen hep yanlış insanlara veririz. Halbuki sevgiyi hak edenler asıl sahipleridir son şansların… Duygularımız her zaman gerçekçi olmaz. Çoğu zaman nasılsın sorusuna hep iyiyim deriz, iyi olmasak bile. Fotoğraf çekilirken de öyle, gülmek istemesek bile hep gülümseriz. Oğuz Atay’ın Hakkında Az Bilinenler Yaşamı boyunca Cumhuriyet dönemi roman ve hikaye yazarlığı yapmıştır. Her yapıtında çarpıcı tarzıyla dikkat çekmeyi başaran Atay’ın hakkında az bilinenleri araştırdık. Kendisi küçük yaşlardayken dünyaya gelen kız kardeşini çok kıskanıyordu o zamanlar. Ona “bohça” adını takmıştı. Okulda sorulan kardeşini sevmeyen var mı sorusuna hep parmak kaldırırdı. Bir gün kardeşinin evden gideceğine inanıyordu. Oğuz Atay iyi bir espri anlayışına sahipti. Gençken karikatür çizmeye merak salmıştı. Sokakta gördüğü her şeyi karikatürize ederek adeta zekasını kanıtlıyordu. Yüksek bir ortalamayla liseyi bitiren Atay, Shakespeare’in Hırçın Kız adlı oyununda sahne aldı. O dönemler babası onun deyimiyle “adam gibi bir meslek sahibi” olması için kendisine baskı uyguluyor, her türlü aktivite ve yararlı şeyi gereksiz olarak görüyordu. Babasının zoruyla üniversitede okumak istemediği bir bölümü bitirdi. Sanata küçük yaşlardan beri ilgi duyuyor, Eşref Üren ve Turgut Zaim’den resim dersleri alıyordu. Ama babası Cemil Bey sanatla karın doymayacağını söylüyor, oğlunun hevesini kırıyordu. Bu durum için Eşref Üren Oğuz’a “Babana söyle sana köşe başında, işlek bir yerde bakkal dükkanı açsın. İyi para kazanırsın.” şeklinde bir cümle kurdu. Yazar Babama Mektup adlı eserinde duygularının romantik kısmını annesinden aldığını dile getirmiştir. Annesi ona babasının aksine hep hoşgörülü davranmış, her zaman yanında olmuştur. Aynı zamanda ilkokul öğretmeni de annesidir. Eserlerinde çevresindekileri hep ilham kaynağı olarak gören yazar, her karakterin içine bir parça kendisini de kattı. Tutunamayanlar adlı eserini eşi Sevin’e ve intihar eden arkadaşı Ural’ ithaf etti. Eşi onun bu jestine karşılık kitabın kapak tasarımını üstlendi. [renkbox baslik="Aziz Nesin Kimdir? Hayatı ve Eserleri" link=" resim=" renk="siyah" yenisekme="hayir"][/renkbox] Kitaptaki Selim Işık, Ural’ın ta kendisiydi. Neyin peşinden gitse, neye tutunmaya çalışsa hep yapayalnız kalıyordu. Eserlerinde en sevdiği yazarlar olan Dostoyevski ve Kafka’dan etkilendi. Tutunamayanlar kitabını ilk okuyan isim ise Vüs’at O. Bener oldu. Orhan Pamuk da kendisine hayrandı. Unutulmaz yazarın muzip yanına değinecek olursak onun ölüm anını anlatmak en doğrusu olacaktır. Öldüğü gün olan 13 Aralık gecesi dostlarının evinde birlikteydi. Banyoya gitti fakat uzun süre çıkmadı. Onu merak eden arkadaşlarına “Sevinmeyin, daha ölmedim.” diye cevap verdi. Fakat aradan dakikalar geçince banyoya giden arkadaşları, öldüğünü fark ettiler. Oğuz Atay’ın kendisine ait olan ve kaybolan günlüğü, Marmara Üniversitesi’nden bir öğrencinin çantasından çıktı.

oğuz atay kimdir edebi kişiliği